İçinde bulunduğumuz çağın kitlesel-parasal-siyasi gereklerine göre kadına, yeni bir kişilik kazandırma çabası görülmektedir. Bu zamana kadar, çeşitli üsluplarda ortaya çıkan toplumsal anlayışlar, kadına kâh hizmet üreten bir araç, kâh yavrulayarak yeni güç kaynakları yaratan bir varlık rolü biçmiş, ama kadının kendiliği gerektiği gibi tanınmamıştır. Zaten çağlarca süren kitlesel-parasal-siyasi hareketler sonucu beşerin insan düzeyine yükselme gayesi nerdeyse unutulmuştur. Kadının da varlığına işlenmiş meziyetleri zayıflamış, dünyanın alt düzey hizmetlerini görmeye alıştırılmıştır.
Daha düne kadar, evde bırakılarak ev işleri, çocuk yetiştirme gibi, yorucu, tekrarlanan, hiçbir mesleğin kapsamına alınmayan zor işler kadının sayılırken, erkek becerilerini ev dışında göstererek maddi hayatın sürdürülüp geliştirilmesinden güç kazanmıştır. Buraya kadar olan anlatıda kadın-erkek eşitliği yer almaz. Erkek ev dışı dünyanın hakimi, daima üstün ve sahip olarak gösterilir. Kadın ise erkeğin pek tanımadığı evsel ortamda, erkeğin ardılı olarak kabul edilir. Bugün ise, kadınla erkeğin, çağın karşı konmaz isteklerinin yerine getirilmesinde öğrendiği yanyana yürüyüşü, kadınla erkeği aynı varlıklar olarak kabul etmeyi zorunluluk gibi göstermektedir. Yeni bir anlayışa göre kadın da ev dışı dünyanın bir üyesi gibi düşünülmekte, erkeğe eşitlenmektedir.
Kadın, erkek yanlı dinlerin anlattığı gibi, erkeğin kaburga kemiğinden yaratılmış, ya da erkek ruhbilimcilerin ortaya attığı gibi, kastrasyon sonucu kayıplara uğramış bir erkek dönmesi değildir. Erkeğin kendi bedensel varlığı ile getirdiği mülkiyet duygusundan çıkan, bedensel varlığının uzantısı olan eşyayı benimseyip yarattığı gibi, mülkü olarak gördüğü kadını da kendinden varettiği bencil kanısının ifadesidir bu. Kadının da bir bedene sahip olması, onun erkeklerle aynı beşeri varlık sınıfında olması algısını yaratır, ama amacın daha çok erkekle bedensel uyum sağlayarak beşerin bekasının birlikte sağlanması gerçeği daha geçerli bir nedendir; ve bütün bunlar kadının erkekle bir, aynı tür varlıklar olduğu tezini, gene de güçlendirmez.
Kadın doğanın bir ögesidir; geştaltın anlattığı arka plandır, temeldir. Kadın, varlığı göze çarpmayan durağan düzlüktür; sınırları nerdedir aranmaz. Sonsuzluk ve hareketsizlik değişmez sağlamlığın ve dengeliliğin duyumsanmasını sağlar; kadın içinde taşıdığı doğa gücü ile dayanıklıdır, sürüp giden varoluş direncidir. Erkek, bu temel üzerinde sınırları belirgin, hareketli figürdür sadece; yerleşiklikle bağdaşmayan, köklü olmaktan uzak ve bağımsız! Erkek, düzlüğün verdiği devamlılıktan çok değişkenliği, her an yeniden ve yeniden oluşu ve varetme gücünü göstermeyi bir görev zorunluluğu gibi yayar ve kabul ettirir. Erkek çizgileri belli varlığının yok olma endişesini taşır ve öne çıkmış, ileri atılmış bedenselliğinin getirdiği kabul ettirici tutumla maddenin sertliğini kullanır ve yükseltir; eşyanın hem sahibi hem de üreticisi olarak varlığını garantiye alır. Kadın ise doğaldır ve herkes için, zaten hep vardır, sınırsız ve değişmez yapısıyla mülk sahibi olma, maddeyi üretme, geliştirme ve elinde bulundurma, meta gücü ile öğünüp yer edinme tutkusuna ve kaybetme endişesine karşı kayıtsızdır. O eşya yerine, akıl, ruh, sevgi, vicdan gibi duyguların sürdüğü, mânâ dünyasının ışıklandırdığı evsellikte, insan varlığı üretmeyi (doğurmayı), insan varlığının ihtiyaçları, büyümesi, hayat olayları ile uğraşmayı tercih eder.
İçinde yaşanan bu kitlesel-parasal dünyada kadına, erkeğe eşit olma, erkek gibi eşyayı üretme, erkek gibi hareket etme, evden uzak bürolarda, fabrikalarda günün uzun saatleri çalışarak para kazanma zorunluluğu aşılanmak istenmektedir. Bu paracı dünyanın işçi aramasından başka bir şey değildir. Otopark bekçileri kadınlar, futbol oyuncuları kadınlar, kamyon şöförü kadınlar, yeni işleri ile eski evsel işlerini kıyaslayarak eski yaşamdan kurtulmuş olmaktan mutlu oluyorlar, ev dışına çıktıkları için kendilerini şanslı sayıyor, kıvanç duyuyorlar, para kazanma hakkı ile gururlanıyorlar, sonra eve gelip günlük ev işlerini gene yapıyorlar.
Kadın-erkek tüm insanların evden ayrılıp özel ya da toplu taşıma araçlarıyla işlerine gitmeleri, iş yerlerinde günlerini geçirip, nerdeyse yalnız yatmak için eve dönmeleri, eskiden “ev” olan mekânların da apartman dairesine dönmesine neden olmuştur. Bugün, batı ve doğu toplumlarında, çok para kazanmak için çok çalışılan ülkelerde, insanların yıkanıp uyumasına yeten mekânlar mümkün olduğunca küçük tutulmaktadır. Bu dairelerde bir ailenin çeşitli ihtiyaçlarına cevap verecek amaçlara hizmet eden bölümler gereksiz görünür; çünkü herşey dışarısının sosyal tesislerinde zaten vardır. Son yıllarda çok para kazananların geniş mekânlı villaları, rezidensleri de ev anlayışının sıcak atmosferini kuramazlar. Çünkü bireylerce ev dışı çalışma hayatı benimsenerek ev işleri yadsındığı için geniş ailelerin bir-iki nesli birarada tutan paylaşımlı hayat tarzı da yok olmuştur. Etrafta komşular da kaybolmuştur, akşamları birlikte oturulup kahkahalı sohbetler edilerek gündüzün yorgunluğunun atıldığı; böyle sıcak, sosyal ortamda koşup oynayan çocukların hayatı coşkuyla öğrendiği..
Artık kadının doğurduğu çocuklar, sağlam bir temel olan annenin elinden bakıcıların eline geçmiştir. O çocuklar, anneden gelen güvenin sonsuzluğunu hiç tatmadıkları için daima yok olma ya da mülki varlıklarını kaybetme endişesini, hatta hiç sahip olmama ümitsizliğini taşıyarak büyürler. Bir mülk gibi kullanılmış, ya da erkek gibi paracı olmaya alıştırılmış, ya da her türlü donanımdan yoksun bırakılmış kadınlar, alçak gönüllü yüceliği kendi insanlarına aktaramazlar. Bugün kadınların hırpalanmasının, taciz edilmesinin, hatta öldürülmesinin arkasında bu onulmaz boşluğun sonucu ana-evlat yozlaşmasının olduğu herkes tarafından bilinir.
Kadının erkeğe eşit olması, erkekle eşit mücadele haklarının olması kadının hayatına gereksiz yorgunluk, doğadan kopmuşluk, indirgenmişlik getiriyor. Kadına erkekle eşit olmanın, erkeklerin yaptığı işleri yapmanın, erkek gibi para kazanıyor olmanın aşılanması ve bu anlayışın yüceltiliyor olmasının yol açtığı zararlar, ne yazık ki görülmek istenmiyor. Çocuk sahibi olmak, ev geliştirmek, aile büyütmek gibi yüksek işlerin değeri önemsenmiyor. Erkeğe eşit, erkek gibi çalışan kadının ve erkeğin de dönüp gelecekleri yerin, kadının koruganlığını temsil eden evin, yetersiz ve kapalı kalmış olduğu görmezden geliniyor.
Nüfus örgütlerince, dünya nüfusunun yaşlandığından, doğurganlık sayılarının düştüğünden şikâyet ediliyor. Birbirine eşitlenmiş herkesin para peşinde, çılgın, stresli bir koşuşturma içinde olduğundan bahsediliyor.
Kadınlara ev dışı işliklerde para kazanmak için, uzun yorucu uğraşlarla çalışmalarını aşılamaktan vaz geçin. Onlar, donanımlı, gelişmiş evlerde, erkeklerin kurduğu yüksek kurumlarda, ileri düzey işlerde çalışmalılar; sağlıklı ve yüksek değerlere sahip çocuklar yetiştirmeliler. Şöyle bir bakın etrafınıza, iyi yetişmiş insanların arkasında, nasıl sağlam ve sonsuz güven yayan kadınlar olduğuna! Kadın erkekten farklıdır, ne ruh, ne de işlev bakımından eşittir; gerçekte, hiç de istemez, erkek gibi olmayı, erkekle güç yarıştırmayı, kitlesel hayatın para anaforunda bocalamayı!