Bu bebekleri geçtiğimiz bir yaz Alaçatı pazarından aldım. Bir tezgahın üzerinde irili ufaklı, oyuncakların arasında duruyorlardı. Esmer derili bir çocuğu temsil eden aşağıdaki figür beni çok etkiledi. Onun aracılığı ile içime işleyen karmaşık duygular yanısıra bir objeye yüklenen ruhun böylesine iyi ifade ediliyor olması da üzerimde büyük bir hayranlık uyandırdı.
O, herhalde Amerika’da köleliğin yaygın olduğu devirlerde, karı-koca ağır işlerde çalışan Afrika kökenli bir ailenin çocuklarından biriydi. Analar-babalar çalışmaya gidince kendilerine göz-kulak olan birisi olsa da, sokakta büyüklü küçüklü saçılmış halde oynuyorlar, birbirlerini seyrediyorlar, büyük çocukların kavgalarına şahit oluyorlar, acıkıyorlar, koşuyorlar ve hayatı böyle öğreniyorlardı. Eddie de bugün çok ihtiyacı olduğu anne ve babasının sabahın erken saatlerinde, çalışanları belli yerlerden alıp pamuk toplamaya götüren araca binip gitmelerine engel olamamıştı. Gitmesinler diye öyle telaş etmişti ki, içinden gelen ağlaması taşamadan yüzünde buruk bir acı bırakmış, anne ve babasının hızla toparlanıp giderken ona aldırmamalarına şaşırmış, hayıflanmış ve de üstesinden gelemediği iş zorunluluğu yaptırımının gücünden korkmuştu. Onun küçücük kalbinin nasıl attığını düşünmeksizin annesi araca binerken ”hadi, kal orda!” diye terslemiş, babası ise görmez gözlerle varlığını sanki unutmuştu. Bununla beraber, aracın yanında bir süre çıplak ayaklarıyla koşmuş, gidişi engelleyemeyince de kollarını açarak çaresizce orada durakalmıştı. Güzel bir çocuk değildi, hayır, gene de annesinin babasının onunla ilgilendiklerinde, hele annesinin ona temiz donlar, gömlekler (hatta fluarı bile vardı bir gömleğinin) giydirdiği zamanlarda sevimli bir çocuk oluyor, annesine sıkı sıkı sarılıyor, boncuk gözlerini baygınca bir o yana bir bu yana çeviriyor, bol tükürüklü kalın dudaklı ağzını gerip bir faraş gibi açarak gülüyordu da gülüyordu. Ama hergün ve hergün neden küçük bedenciği ve masum ruhu ile zora, ayrılıklara, mahrumiyetlere katlanıyordu, bir türlü anlıyamıyordu. Neden en sevdikleri başka şeyler yüzünden onun hayallerini ve kalbini kırıyordu? Bu hep mi böyle oluyordu, hayat böyle mi sürüyordu? Değil cevaplarını bulmak, sorularını bile tam soramadığı bilinmezler karşısında ürkmüş bakışlarla susuyordu.
Ama gene de eğleniyordu annesinin babasının çalıştığı evde. Üstelik bir arkadaşı da vardı. Bu, evin küçük hanımı, Sally, varlıklı sahiplerin çocuğu olarak tepe tepe kullanıyordu üstüne düşen insanların ona sunduğu sevgiyi ve ilgiyle gelen imkânları. Aslında küçük olmasına rağmen herkesle başa çıkan sevimli edepsizliğini duvarları sarsan büyük seslerle bağırıp çağırarak saçıyor, herkese illâllah dedirterek istediğini yaptırıyordu. Büyüklerin birşeylerle meşgul olduğu saatlerde iki çocuk evin salonunda koşup oynuyorlardı. Eddie gene de çekingendi, Sally kâh düşerek, kâh oraya buraya çarpıp canını acıtarak türlü oyunlar yaparken, Eddie bazen şaşkın, bazen de eğlenceli gülüşlerle onun peşinden, köşe kapmacaya çalışıyor, kovalaşarak masaların altından geçiyorlar sandalyeleri yerinden oynatıyorlardı. Sally o afacan haline rağmen can bir kızdı. Bir keresinde Eddie, Sally’nin atlayıp hoplamasına ayak uydurmak isterken üstüne sandalye düşmüş ve alnını kanatmıştı. Sally tıpkı annesinden öğrendiği gibi telaşlanmış, küçük bacaklarıyla banyodaki dolaptan pamukla ilaç getirmeye koşmuş, dolap rafına boyu yetişmediği için yaygarayla yardıma bir büyük çağırmış, sakin tavırla gelen Eddie’nin annesinin elinden pamukla ilacı alıp Eddie’nin alnına pansuman yapmıştı. Şaşkınlıkla seyretmişti büyükler, Eddie biraz utanmıştı, Sally ise çok önemli bir görevi yerine getirmiş bir küçük kızın büyüklüğü içindeydi.
Kezban GÜLERYÜZ, Ph.D.